4 Mart 2009 Çarşamba

7. Türkçe Olimpiyatları Müzikleri


http://rapidshare.com/files/205160298/OLiMPiYAT-SARKISI-fon-TurkceOlimpiyatlari.org.mp3
:wink:

7. Türkçe Olimpiyatları samanyolufanlari.com'da



Mahmut Ovur Sabah


Teksas'ta Fethullah Gülen'in ne işi var?



Sahnede çok güzel genç bir kız; Adı Juliana ...
Şarkısını söylemeden önce şöyle diyor:
"Sizlere El Paso'dan kucak dolusu sevgiler getirdim..."
El Paso nere, Türkiye nere...
Meksika sınırındaki El Paso'lu Juliana Cuartes bu sözleri Houston'da Türkçe söylüyor. Sonra da "Kızım Diyor" u söylemeye başlıyor hüzünlü ve buğulu sesiyle: "Ben ne zaman bir of çeksem hatırıma annem geliyor..."
Onu San Antoniolu, Dallaslı, Houstonlu diğer çocuklar izliyor.
Kimi Necip Fazıl'dan, Ömer Lütfü Mete'den şiir okuyor, kimi Gesi Bağları'nı söylüyor, kimileri de Silifke'nin kaşıklı halk oyunlarını oynuyor.
Fethullah Gülen Hareketi'nin içinde yer alan Cosmos Vakfı tarafından Teksas Eyaleti'nin Houston kentinde düzenlenen "Türkçe Olimpiyatı"ndayız.
Türkiye'ye dünyanın dört bir yanından konuk gelen farklı renklerden, farklı din ve dillerden çocukların Türkçe konuşmalarına az çok aşinayız.
Ama aynı şeyi Türkiye'nin 10 bin kilometre uzağında, ABD'nin Houston şehrinde izlemek gerçekten ilginç ve bir o kadar da etkileyici.
Burada sadece sahneye çıkan o çocuklar yok. Onları izlemeye gelen aileleri de var.
Etkinlik boyunca coşku ve sempatiyle Türkçe şiir okuyan, şarkı söyleyen, çocukları izleyip alkışladılar.
Siyah, beyaz, Hispanik, Asyalı tüm Amerikalılar oradaydı.
Ve hepsinin kafasında yeni bir Türkiye imajı doğuyordu.
Bunu en iyi biçimde seçimle gelen bölge vali yardımcısı Judge Ed Emmett ifade etti:
"Yıllar önce bir garsondan Türkiye adını duymuştum. Ama şimdi çok daha fazla insan tanıyor ve Türkiye'yi biliyorum. Bu etkinliklerle Amerika çok kültürlü bir yapıya kavuşuyor."

Türkiye'yi duyunca şaşırmıyorlar
15-20 yıl önce böyle bir olasılıktan söz edilse kimse inanmazdı.
O dönemlerde onlar bizi hiç tanımıyor, biz ise daha çok Hollywood'un kovboy filmlerinden, Türkiye'yi kasıp kavuran Ceyar'lı Dallas dizisinden, Bush'un memleketi olmasından ya da rahmetli Turgut Özal'ın kalp ameliyatından Houston'u biliyorduk, biraz da Teksas'tan haberdardık.
Peki ya şimdi?
Şimdi Houston'da, Dallas veya El Paso'da Türkiye dediğinizde en azından kent merkezlerinde artık kimse dönüp yüzünüze şaşkın şaşkın bakmıyor.
Hatta alışveriş merkezlerine sorsanız çok rahat biçimde birkaç Türkiyeliyi bulma şansınız bile var.
Ama daha önemlisi Fethullah Gülen Hareketi içinde yer alan vakıfların Teksas'ın dört büyük şehrinde kurdukları okullar gerçeği...

Gönüllü Türkiye reklamı
O okullarda yaklaşık 8 bin öğrenci eğitim görüyor.
Onlarca Türk öğretmen bu okullarda görev yapıyor. Ve her biri birer gönüllü reklamcı gibi Türkiye'yi dünyaya tanıtıyor.
Bu durumda dünyanın bir ucu Teksas'ta okullar açmanın ne anlama geldiği açık değil mi?
Daha önce de bu okulları ziyaret eden biri olarak her defasında hep aynı sorunun cevabını aradım:
"Acaba Türkiye'de bu okullarda nasıl bir eğitim verildiğini ve Türkiye'ye hizmet edildiğini görecek bir devlet aklı yok mu?





Ahmet Taşgetiren Bugün

Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...

3 bin kişilik bir salon. Dörtte üçü dolu. Büyük kısmı çocuklardan oluşuyor. Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...


Bu Harmony okullar zincirinin Teksas'taki 19 okulunda gerçekleşen yarışmalardan süzülüp gelen ekiplerin final yarışması.

Mini Türkçe olimpiyatı.

Türkiye'de yapılacak olan büyük Türkçe Olimpiyatı'na hazırlık.

Üç dalda yarışma olacak. Biz de, Bugün'den Genel Yayın Yönetmenimiz Erhan Başyurt, Sabah'tan Mahmut Övür'le birlikte 14 kişilik jüri içerisindeyiz.

Şiir, şarkı ve folklor.

Necip Fazıl'dan Çile ile başlayıp, Ömer Lütfi Mete'nin Gülce'si, Arif Nihat'ın Bayrak'ı ile ve Bedirhan Gökçe'nin Sokak Çocuğu ile devam eden şiirler...

Teksas'ta...

Sonra şarkılar geliyor. Cancana, Gurbet, Karahisar Kalesi ve Gesi Bağları... Amerikalı çocuklardan tamamen Türkiye'ye has sesler...

Ardından bir folklor şöleni... Kafkas'ı, Giresun oyunları ve Silifke ile...

Salon çığlık çığlığa... Her grup çıktığında, salonu dolduran aynı okulun çocuklarının heyecan dalgası çığlıklara yansıyor.

Düşünüyorum:

Acaba Türkiye, başka hangi programla, dünyanın bilmem hangi coğrafyasında binlerce çocuğun elinde kendi bayrakları yanında ay-yıldızlı bayrağı taşıtabiliyor?

Burası Teksas'ın en büyük şehri Houston.

Bu süreçte daha başka yüzü aşkın ülkede, böyle manzaralara tanık olmak mümkün. Orta Asya'dan, Rusya'dan, Afrika'nın en uzak bölgelerinden Amerika'ya kadar...

Bu hareket, başka ülkelerde de Türk okulları açıyor. Amerika'da başka bir okul türü içinde çalışıyor.

Charter (Çartır) okulları...

Eğitim kadrosunu kurucuların oluşturduğu, öğrenim ücretini devletin ödediği bir sistem bu. Türkçe, İspanyolca gibi seçmeli bir dil ve ilginç, genelde öğrencilerin yüzde 50'si seçmeli dil olarak Türkçe'yi tercih ediyor.

Teksas'ta böyle 19 okul var, tüm Amerika'da 200'e yakın.

Şu andaki uygulamada, 5 yaşından, ana okulundan alınıyor ve ilköğretim sonuna kadar okutuluyor. Lise öğrenimi de yakında devreye sokulacak.

Okulların başarısı gittikçe kanıtlanıyor ve bu, okullara ilgiyi artırıyor. Bu sene açılan bir okula, hiçbir tanıtım çalışması yapılmadan 3 bin kişi müracaat etmiş. Oysa kontenjan 300 kişi...

Tercih sebebi ne?

Amerika'da liseye kadar olan eğitim döneminden matematik ve fen derslerinin genelde çok zayıf olması.

Bu okullar bu alanda fark oluşturuyorlar.

Bir de "öğretmen" unsuru.

Bu okulların öğretmeni başka.

Bu öğretmenler gittikleri bütün coğrafyalarda fark oluşturdular. Ama Batı ülkelerinde daha bir fark oluşturdular.

Batı'da aileler çocuklarını alıp götüren savruluşlardan şikayetçi. Her tür uyuşturucu ve öteki kötü alışkanlıkların getirdiği savruluşlardan.

Bu öğretmenler, kısa sürede öğrenci ile kurdukları iletişimle, çocukları genel toplumsal savruluşun dışına taşımayı başarıyor.

Ve bir de matematik vs. alanlarında yapılan olimpiyatlarda gösterilen başarı...

Henüz üniversite çağında öğrencileri yok ama oraya doğru yürüyorlar ve o alanda başarıyı hedefliyorlar.

İyi insan ve başarı birleşince, ilgi odağı olmakta gecikmiyorsunuz.

İşte bu... Houston'daki manzara bunun eseri.

Şimdi tüm dünyada böyle bir Türk canlılığı var.

Önemli olan, gittikleri yerlerde yadırganmayan, yabancılık tepkisine maruz kalmayan, çevre ile iletişimi (Bunun adı diyalog) gerçekleştirmiş bir Türk canlılığı bu...

Öğretmenler genç insanlar.

Çoğu 30'lu yaşlara varmamış henüz.

Kişilikleri ile bu çok farklı toplumlarda, insani bir damara hitap etmeyi başarmışlar. Ortak payda, bizim insanımızın kişiliğinde somutlaşan insanlık ortak paydası.

Türk olarak oradasınız, o kimliğinizle sergilediğiniz insani değerler ilgi ve güven odağı haline gelebiliyor.

Bizimle ilgili negatif propagandaların rahatsız edici boyutta olduğu zamanımızda, üstelik bu negatif propagandanın en etkin biçimde uygulandığı Amerika'da, bu pozitif hamleden mutluluk duymamak mümkün değil.

Üstelik hareket, Houston'da bir de Turkuaz Kültür Merkezi açmış.

Bizim de misafir edildiğimiz kültür merkezi, kültürel varlığımızın bu coğrafyaya taşınmasında çekirdek bir hizmet ünitesi olmaya aday.

Harmony eğitim kurumları ve Türk Kültür Merkezi, bir yandan Amerikalı çocuklara Türkçe'yi ve onunla bağlantılı olarak Anadolu'da boy salan kültür değerlerini aktarırken, bir başka hayati görevi daha ifa ediyor.

O da şu:

Bugün artık Amerika'da da, Avrupa'da da, dünyanın başka ülkelerinde de çok sayıda Türk aile var.

Peki bu ailelerin çocukları kendi kültür varlıkları ile nasıl tanışacaklar? Daha önemlisi kendi dillerini nasıl öğrenecekler?

-Evet, çocuklarımız Türkçe'yi unutuyor.

Bu, Türkiye'nin dışında yaşayan ailelerin Şark'tan garba en önemli problemi.

Aileler veremiyor, yaşanan ülkelerin okulları vermiyor, sonra...

Sonrası kendi kültürüne yabancılaşan çocuklar...

--Bu okullarımız, Türk ailelerin çocuklarının Türkçe'yi kaybetmemeleri için büyük önem taşıyor.

İlginç bir durum da şu:

Misafir olarak kaldığımız Turkuaz Kültür Merkezi'nde cumartesi günü, Boşnak çocukların bir sunumu vardı. Öğretmenleri onlara diyelim bir çocuk oyununu öğretmiş, o gün velilere sunum yapacaklar.

Boşnak çocuklar.

Bunu Ahıskalı çocuklar için de yapıyor Kültür Merkezi.

Yani, bir kültür coğrafyasının ortak çatısı oluyor.

Bunların ne kadar önemli olduğunu, oradaki ailelerin duygularına tanık olduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz.

5 kıtada koşanlar, dedim başlıkta...

Öğretmen boyutunu anlattım.

Ama onlar yalnız değil.

Biz orada iken, Kayseri'den, Adana'dan da işadamları grubu orada idiler.

Houston'daki çalışmaların başlangıcında katkıda bulunmuşlar. Hizmetlerde ilk tuğlalar onların himmeti ile bulunmuş.

Gelmişler, okulları gezmişler, başarılara tanık olmuşlar, dönerken gözlerinin içi gülüyordu.

Bu hareket, Türkiye'nin canlılığı dedim.

Türkiye, bizi kimse sevmiyor, diye ağlamıyor.

"Türkiye'yi tanımak istiyorsanız, işte onun erdemli dünyası..." gibi bir iddia var bu harekette.

Denize bir şekilde atılmış ve yüzmeyi öğrenmiş bir insan varlığı söz konusu burada Türkiye adına...

Houston'da, Amerika'da iş yapan Türk işadamlarıyla da tanışma imkanımız oldu.

Amerikan ordusunun bazı ihtiyaçlarını tedarik eden bir şirketin yöneticisi genç bir insan, Atilla Bey, mülk alım satımında bölgesinin en etkin ismi haline gelmiş bir başkası (Engin Bey), işadamları derneği bünyesinde hizmet veren Ertuğrul Bey, adeta "Burada neden daha çok yokuz?" isyanını seslendiriyorlar.

"Şu kriz döneminde Zorlu, Koç, OYAK neden gelip de, bu alanın, dünyada tanınmış ama şu anda zorluklar yaşayan şirketlerinin bir miktar hissesini almaz?" diye soruyorlar.

Burada çalışınca, bu iklimin kıran kırana şartlarına karşı şerbetlenince ve koca Amerikan ekonomisinin, sonunda gelip dayandığı derin krize tanık olunca, sanki, sistemin sorunlarını baştan ayağı çözümleyen filozofça bakışlara sahip olmuşlar. Yani iş, Türkiye'den bakınca başka görünüyor, Amerika'dan, Rusya'dan, Afrika'dan, yani global pencereden bakınca başka görünüyor.

Suudi Arabistan gezimizde, işadamlarının Arapça sıkıntısı dile getirilmişti, burada bir başka dil, İngilizce sıkıntısı dile geliyor. Global oyuncu olmamak için hiçbir sebep yok. Ama dünyada oyun kuracak ve adım adım onu icra edecek kadar dil sahibi olmak şartıyla...

Bunları görünce, dünyanın geleceğine dönük umudunuz artıyor.

Türkiye, Afrika'da kurban kesti. Kuyu açtı. Katarakt ameliyatları ile Afrikalı çocukların gözlerini açtı.

Türkiye Açe'ye gitti.

İran'a, Pakistan'a gitti.

Türkiye, Avustralya'ya, Brezilya'ya, İngiltere'ye gitti.

Türkiye'nin evrenselle akrabalığı var.

Yazının sonunu şöyle bağlamak istiyorum.

-5 kıtada, iyilik üzerine olsun da, hangi saikla olursa olsun, koşanlara selam...

3 Şubat 2009 Salı

Beşinci Boyut'a 1 Ay Ara Verildi


Beşinci Boyut projesine Ekonomik kriz nedeniyle bir ay ara verildi ve bundan bizim de iki gün önce haberimiz oldu. 15-20 şubat civarı yeniden çekimlere başlayacağımız belirtildi.

Bakalım. şimdilik beklemedeyiz.

sevgiyle... Cengiz toraman

"Cengiz Toraman" Hasbihali Samanyolufanlari.com'da



Salih karakteri benim oluşturduğum ve yaratığım bir karakter. Ben de her oyuncu gibi, rolu çalışırken kendimden yola çıktım. Ama tümüyle ben sanmak da yanlış olur. Bu nedenle de benzerlikler de, farklılıklar da olması çok doğal. Ama bunları benim değil, beni tanıyan birinin söylemesi daha iyi olur sanırım. Çekimlerden sonra atmosferden çıkışım çok kolay oluyor. Eğer zor olsaydı, psikiyatrik bir sorun olduğunun göstergesi olurdu her halde. Ama ben asıl şunu merak ediyorum: siz bu soruyu, tecavüzcü ya da katil oynayan bir oyuncuya sorar mıydınız? Ben bir oyuncu olarak rolümü iyi oynamaya çalışan ve bunun için çok çalışan biriyim. dolayısıyla sorumluluğumu yerine getirdiğimi düşünüyorum. Bunların dışında ne tür bir sorumluluk getireceğini de anlamış değilim, doğrusu. Sevgiyle kalın.... Cengiz Toraman

17 Haziran 2008 Salı

"Cengiz Toraman"samanyolufanlari.com' da Röportaj


Bazi ruhlar vardir ki, fedakarlik timsali olgun ruhlardir.
Her hareketleriyle hal insani olduklari belli eden bu ruhlar icin dogruluk, cesaret, fedakarlik ve ahde vefa;
Her ne sart altinda olursa olsunlar , taviz vermedikleri vasiflardir. Onlar, yasatma sevdasiyla yasama zevklerinden vazgecmis ve hayatlariyla abidelesmis mustesna ruhlardir...."

Ozgecmisi:

CENGİZ TORAMAN
72 yılında Eskişehir'de doğdu.
1996'da Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü'nden mezun oldu
2002'de "1960-1970 Yılları Arasında Türk Tiyatrosu'nda Toplumsal Beğeni" başlıklı teziyle Master derecesini aldı.
1999 yılında Tiyatro Anadolu'da oyuncu olarak çalışmaya başladı. 2001'de yazdığı " Kutup Yıldızı" adlı çocuk oyunu Eskişehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen Toraman, yazarlık çalışmalarını da sürdürmektedir.

Görev aldığı bazı oyunlar

1998- Memleketimden İnsan Manzaraları/Kurgu, Yönetmen (Eskişehir Halkevi Tiyatrosu)
1999- Lysistrata/ Yönetmen (Eskişehir Halkevi Tiyatrosu)
2000- Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım/ Oyuncu (Tiyatro Anadolu) 2001- Eski Fotoğraflar/ Oyuncu (Tiyatro Anadolu)
2001- Keşanlı Ali Destanı/ Oyuncu (Tiyatro Anadolu)
2003- Fırtına/ Oyuncu (Tiyatro Anadolu)19
Röportaj :

Hayatinizi arastirdigimizda tiyatro ile icli disli oldugunuzu goruyoruz.Tiyatro bir tutku mu? Neden oyuncu oldunuz?
Gerçekten de doğru saptamışsınız.
Tiyatroya amatör olarak 1989 yılında başladım. Aşağı yukarı 17 yıl olmuş. Bu da neredeyse hayatımın yarısında tiyatroyla uğraştığım anlamına gelir ki, herhalde içli dışlı nitelemesini hakeder.
Neden oyuncu olduğumuz bize çok sık sorulan sorulardan biridir. (Gerçi biz oyuncular kimi zaman bunu kendimize de sormadan edemiyoruz. Tebessüm))Tekdüzelik tuzağına düşmeden yanıtlamaya çalışayım.
Aslında oyunculuğu meslek olarak seçme niyetim yoktu. İşin doğrusu o dönem Eskişehir gibi metropol olmayan bir kentte büyüyen kaç kişi oyunculuğu meslek olarak edinmeyi tasarlayabilirdi, söylemek zor. Çünkü bugün Eskişehir�de iki tane profesyonel tiyatro grubu var. O zaman yoktu. Dolayısıyla böyle bir mesleğin olduğu bilgisine dahi neredeyse sahip değildik. Meslek deyince aklımıza mühendis, doktor, avukat gibi klasik ve toplumda belli bir prestiji ve gelecek garantisini vaadeden işler geliyordu. Nitekim üniversite sınavlarında ben de maden mühendisliğini kazandım. Fakat o dönem amatör olarak müzikle ilgileniyordum. Eskişehir Halkevi�nde arkadaşlarım bir oyun çalışıyorlardı ve oyun müzikaldi. Benden müzikler konusunda yardım istediler. Kabul ettim. Oyunun müziklerini besteledim. Müzikleri götürdüğümde beni icra etmeye de ikna ettiler.
Gitar çalıyordum. Küçük bir orkestra oluşturup biz de oyuna dahil olduk. Sonra bana küçük bir rolü yeterli adam olmadığı için oynattılar ve bir baktım ki, bir sonraki oyunda artık müzisyen olarak değil oyuncu olarak çağırılıyorum. İşte o sürecin sonunda oyunculuk kanıma işledi ve bana son sınıftan mühendisliği bıraktırttı. Konservatuvar�da öğrencilik, hocalık derken bugünlere geldik işte. Bu bir tutku mu, bilemiyorum. Hani sorarlar: �Oyuncu olmasaydınız ne olurdunuz?� diye, �Yine oyuncu olurdum� gibi saçma bir yanıt verilir bu soruya genelde.
Tiyatro benim için herşeyden önce bir dil. Nasıl bildiğiniz bir dilde kendinizi ifade etmeniz kolaysa, ben de tiyatro diliyle kendimi ifade ediyorum. Televizyonda çalışmaya başladığımdan beri, kimi zaman arkadaşlarım soruyorlar: �Sahneye çıkmayı özlemiyor musun?� diye. Biraz şaşıyorum bu soruya. Çünkü ancak anlamlı bir cümle kuracaksanız yaptığınız işin bir değeri vardır. Yalnız egolarınızı tatmin etmek için yaptığınız oyunculuk, samimiyetsiz, bencil ve gereksiz bir iş haline gelir.
Eğer kendi anlamlı cümlemi oluşturup bunu insanlarla paylaşmak bakımından soruluyorsa, evet, özlüyorum.

Peki bir karsilastirma yapmanizi istersek yahut terazinin kefesine koysak tiyatroyu ve televizyonu hangisi agir basar ?Her ikisininde belli bir noktada zit kutuplari var mi?

Oyunculuk sanatı açısından bakıldığında, teknik bir kaç fark dışında aralarında büyük bir mesafe yok.
Ama süreçler ve sonuçlar açısından bakılırsa bir hayli fark var. Amaç ne olursa olsun, sonuç olarak televizyon reklam gelirleriyle ayakta kalan bir sektör. O reklamı satmak için de sanatsal, kültürel, bilimsel bir çok kategoriyi kullanıyor. Dolayısıyla televizyondaki sanatsal bir etkinliğin (filmler, diziler, çeşitli gösteriler, müzik programları ve benzeri) değerlendirmesi son tahlilde yaptıkları reyting oranlarına göre yapılıyor.
Oysa tiyatro 2500 yıllık bir tarihi olan köklü bir sanat dalı. Öte yandan tiyatroda seslendiğiniz insan sayısı fiziki olarak sınırlıdır. Ama televizyon milyonlarca insana rahatlıkla ulaşıyor. Aslında işin doğrusu, ikisini karşılaştırmak yanlış olur. Hani ilkokulda öğretirler ya, elmalarla armutlar toplanmaz, diye. İşte öyle bir şey.

Besinci Boyut cok farkli bir yapit ve gunden gune reyting oranlari artmakta.Basarisini neye bagliyorsunuz?

Öncelikle nazik saptamanız için teşekkür ederim.
Ama bu tür sorulara yanıt verirken biraz utanıp sıkılıyorum. Ne demiş şair: �Övene kolay, övülene zor�. Kısaca şöyle söyleyeyim; gerçekten çok ciddi bir biçimde emek harcanıyor. Bir saniye değil, kimi zaman, bir an için bile tartışılıyor. En doğrusu bulunmaya çalışılıyor.
Günlük çalışma süreleri bazen 20 saati bulabiliyor. Bazen öğle yemeği akşam, akşam yemeği gece yeniyor. Bazen yorgunluktan bayılanlar oluyor. Ama bir şekilde üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz. Çünkü dizimizin yediden yetmişe bir çok izleyicimize seslendiğinin bilincindeyiz. Ama bence dizimizin gerçek kahramanları teknik ekibimizdir. Öyle özveriyle çalışıyorlar ki, bize yalnızca kameranın önüne geçmek kalıyor. Herkes işin niteliğinin yükselmesi için elinden geleni yapıyor.
Ve galiba seyirci de bu emeği, çabayı, içtenliği görerek hakkını veriyor.

Bu rol ilk teklif edildiginde neler hissettiniz ?

Aslında ilkin şaşırdım.
Çünkü çok önemli bir roldü ve ben pek televizyon dünyasında tanınan biri değildim. İşin doğrusu televizyonda çalışmaya pek zamanım da olmuyordu.
Üniversitede hocalık, tiyatroda oyunculuk, çeşitli akademik çalışmalar neredeyse tüm zamanımı alıyordu. Herşeyin ötesinde bu işleri de severek yapıyordum. Sonrasında bu teklifin yaşamımı bir hayli değiştireceği gerçeğini farketmeye başladım. Önümde bir yol ayrımı vardı; ya varolan yaşantımı olduğu gibi sürdürecek ya da yaşadığım kentten tutun da, çalışma saatlerime kadar değişecek bir süreci göğüsleyecektim.
Ben ikinciyi tercih ettim. Öte yandan tiyatrodaki arkadaşlarımdan ve öğrencilerimden ayrılmanın benim için çok zor olduğunu itiraf etmeliyim. Ama son tahlilde verdiğim karardan dolayı mutluyum. İyi ki öyle yapmışım.


Salih karakteri gercekten zor bir karakter ve siz bunu basariyla ekrana yansitiyorsunuz.Bu rolu oynarken gercekten zorlandiginiz oluyor mu?

Teşekkür ederim.
Eğer bir başarı varsa, bu yalnız benim değil, bu işe emek harcayan herkesindir. Çünkü kimse bir şeyi tek başına başaramaz. Salih rolünün zorluğuna gelince; benim hocalarımdan öğrendiğim ve öğrencilerime de öğrettiğim bir şey vardır ki, o da, kolay rol diye bir şeyin olmadığıdır.
Tabii ki kimi zaman zorlanıyorum. Zaten kim herhangi bir rolde zorlanmadığını söylerse, o role yeterince emek vermiyor demektir. Kısacası, terlemediğiniz bir rol, hakkını veremediğiniz bir roldür.
Ben de rolümün hakkını vermek için terliyor ve zorlanıyorum elbette.


Salih karakterinde ozellikle mimikler can alici nokta.Sahteden uzak, neredeyse Salih ile butunlesmis gorunuyorsunuz. Cekimlerden sonra bunun yansimasi devam ediyor mu?

Bunu bir çok kişiden duyuyorum. Ve inanın şaşırıyorum.
Çünkü bir bütün olarak düşünüldüğünde mimikler, jestler, konuşma tarzı gibi şeyler, rolün bütününde anlamlı olan şeylerdir. Tek başına hiç biri bir anlam ifade etmez.
Ancak bir bağlam içinde değer kazanır ve birbirleriyle varolurlar. Ama yine de teşekkür ederim. Sizin bütünleşme diye tanımladığınız şey bir oyunculuk tarzıdır.
Biz buna oyunculukta Stanislavski Yöntemi diyoruz. Bir çeşit gerçekçi oyunculuk tarzı diyebiliriz. Profesyonel bir oyuncu olarak rolümü olabilecek en iyi şekilde gerçekleştirmeye çalışıyorum. Elbette bu süreç içinde rolünüzle bir anlamda bütünleşiyorsunuz. Çekimlerden sonra bu durumun devam etmesi sözkonusu olsaydı sanırım benim bir psikoloğa görünmem gerekirdi. Çünkü bu bir oyuncu için hiç sağlıklı değil. Salih rolü çok olumlu ve hoş bir rol, dolayısıyla sorun yok.


Fakat diyelim ki katil rolü oynayan oyuncu çekimlerden sonra rolün etkisinde kalırsa ne olur?Tam bir felaket değil mi?

Hayır, çekimlerden sonra Cengiz Toraman�ım yine.
Salih�i sevenler umarım Cengiz�i de seviyorlardır.


Sizin hayatinizda ,boyle zor zamanlarinizda Salih gibi kisilerle karsilastiginizi dusunuyor musunuz?


Yalnız kendimin değil, herkesin karşılaştığını düşünüyorum. Kimi zaman soruyorlar bana �Salih kimdir?� diye.
Diyorum ki, bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçiren 6 yaşındaki çocuktur Salih, bir çocuğa burs verip okutan kişidir, arkadaşına doğum gününde son parasıyla gofret alan kişidir. Ama bence en önemlisi kişi kendinin Salih�idir.
Salih biziz aslında; hepimiziz.

Cekimler sirasinda ilginc olaylarda oluyor mu?

Hiç olmaz mı? Oluyor tabii.
Ama benim hâlâ çok gülerek andığım bir anıyı sizinle paylaşayım. İkinci bölümü çekiyoruz.
Salih Kırmızı�yla birlikte yoğun bir çalışma gününün bitiminde son sahneyi çekiyoruz. Saat gece yarısını geçmiş. Sıcak ve kuru bir ağustos gecesi. Sahneyi izleyenler hatırlar; sahibi olduğu bakkal dükkanında Salih Abi, tabancayı kafasına dayamış intihar etmek üzere. Birden içeri ben giriyorum elimde koca bir ekmek bıçağıyla.
Ayrıca bu sahnede yağmur yağması gerektiği için itfaiyeden arazöz kiralanmış, hortumla yağmurlama yapılıyor. Sırılsıklam bir durumdayız. Son derece gergin bir sahne.
Setin çevresinde geleni geçeni yönlendiren arkadaşlar da sanırım ıslanmamak için kaçışmışlar sağa sola. Tam kayda girmek üzereyken içeri ayakta zor duran, sarhoş bir bey girdi ve �Abi kurşun kalem var mı?� diye sordu.
Salih Abi de sert bir şekilde �Yok!� dedi. Adamcağız, bir Salih Abi�nin elindeki tabancaya, bir benim elimdeki ekmek bıçağına baktı ve şaşkınlıktan büyüyen gözlerle �Pardon abiler...� deyip koşarak kaçtı.
Tabii doğal olarak çekim, benim gülme krizim bittikten sonra devam edebildi.


Her bolum farkli bir mesaji iceriyor. Bunun icin ayri bir hazirlik yapiyor musunuz?


Ben senaryoya çalışan bir oyuncuyum.
Neredeyse ev ödevi yapar gibi senaryoya çalışırım. Çalışma bittiğinde artık hikayenin tümüne hakim olmuş olurum. İşimde belirsizliği sevmem.
Anlamadığımı düşündüğüm ya da anlamlı bulmadığım yerleri çekinmeden tartışır ve açıklığa kavuştururum. Dolayısıyla her bölüm için ayrı bir hazırlık yaptığımı söyleyebilirim.

Dizi cekimleri sirasinda dogaclama yaptiginiz oldu mu ? Senaryoya harfiyen uyuyor musunuz?

Senaryoya, yapmak durumunda kaldığım bir iki değişiklik dışında pek dokunmam. Çünkü iş bölümüne inanırım.
Herkesin bir görevi vardır ve iş yaşamında herkes bir diğerinin yeterliğine ve yeteneğine saygı duymak zorundadır. Öneriler getirilebilir, tartışılabilir ama son tahlilde o işi yapan kişinin sorumluluğu belirleyicidir.
Çünkü asal yük onun omuzlarındadır. Fakat kendi alanımla ilgili olarak yönetmenimiz kimi zaman sahneyi ayrıntılı bir biçimde tanımlamaktansa benim ne yapacağımı görmek ister. İşte bu durumlarda doğaçlama yaparak doğru bir noktaya ulaşmaya çalışıyoruz. Ama ben ev ödevini yapan bir çocuk rahatlığıyla sözlüye korkmadan kalkıyorum diyebilirim.


Izleyenler 12.bolumden cok etkilendiklerini, gozyaslarina hakim olamadiklarini,hatta iki kere bile izlediklerini soyluyorlar.Sizin ozellikle etkilendiginiz bir bolum var mi?


Gerçekten de 12�nci bölüm izleyenleri çok etkiledi.
Ailem bile bana serzenişte bulundu finalde çocuğun ölmesi mi gerekiyordu, diye. İşin doğrusu her bölüm bende unutulması güç anılar ve izler bırakıyor ama çok ısrar ederseniz sanırım birinci bölümümüz benim için diğer bölümlere göre biraz daha özel diyebilirim.

STV de yayinlanan Sirlar Dunyasi gercekleri yansitan bir yapit.Besinci Boyut sadece senaryodan mi ibaret?

İnsanlar diziyi izledikten sonra beni sokakta çevirip ya da mail gönderip şöyle diyorlar: �Ben bu anlattığınıza çok yakın şeyler yaşadım�. Kararı siz verin.

Besinci Boyut dizisi disinda su anda uzerinde calistiginiz baska projeler var mi?


Hani bazı insanlar vardır. Kafalarında her zaman, çoğu belki de gerçekleşmeyecek olan, bir takım projelerle dolaşırlar.
İşte ben onlardan biriyim. Ama şu aralar gerçekleştirecek ne zamanı ne de enerjiyi bulabildiğimi söyleyemem. Kısaca söylemek gerekirse, iki tane oyunum var yazmaya çalıştığım, bir tane de oyunculuk üzerine temel bir başvuru kitabı olmasını tasarladığım bir çalışmam.
Ayrıca iki yıl önce tamamladığım tek kişilik bir oyunum var ki oynanmayı bekliyor. Bunun dışında İstanbul�da oyunculuk yapan bir grup arkadaşla biraraya gelip müzik yapmak istiyoruz. Aslında dahası da var ama, anlatıp kendime güldürmeyeyim iyisi.

Artik eskisi gibi rahat degilsinizdir. Sohretin getirdigi belli zorluklar var..Salih diye hitap edenlerin sayisi bir hayli artmistir. Rahatsiz oldugunuz oluyor mu ? Karsilastiginiz komik veya ilginc olaylari bize aktarabilir misiniz?


Kimi zaman rahatsızlık duyduğumu itiraf etmeliyim.
Özellikle, özel yaşantıma ilişkin girişken çabalar biraz canımı sıkıyor. Nedense kimi insanlar bir şekilde sizin dünya görüşünüzden tutun da, evliliğinizin ayrıntılarına kadar herşeyi öğrenme cüretini gösterebiliyorlar. Bunun toplumsal bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Magazin programlarının oluşturduğu bir düşünme biçimi.
Benim haber olmak için didinen o yavan, sığ, zavallı insanların arasında olmamı mı istiyor bu kişiler anlamıyorum. Eğer ben böyle biri olsaydım özel yaşantım da herkesin gözü önünde olurdu. Ben böyle biri olmadığım için o kişiler benim özel yaşamımı bilmiyor ya, işte anlayamadıkları nokta bu. Traji-komik bir durum. Ama öte yandan sizi sevgiyle kucaklayan teyzeler, amcalar; �Abi ben seni tanıyom, her gün izliyom� diyen çocuklar; utangaçça yanıma gelip fotoğraf çektirmek isteyen gençler işin güzel yönleri. Bundan değil rahatsızlık aksine mutluluk duyuyorum.


Eskisehir den Istanbul a yerlestiniz. Bu sehrin sizi korkuttugu anlar var mi?


İstanbul uzak olduğum bir kent değildi.
Zaten, sanatla ilgilenen hiç kimsenin bu kentten uzak durması olanaklı değil. Ayrıca demiryolu bağlantısı olması İstanbul�u daha da yakın kılıyor Eskişehir�e. Kabul etmem gerekir ki, İstanbul insanın kafasındaki ölçeği değiştiriyor. Her anlamda seçeneğinizi çoğaltıp zamanınızı azaltıyor.
Ben değişikliklere kolay uyum sağlayan biri olduğum için sanki kırk yıllık İstanbullu gibi gezip tozuyorum sokaklarında. Korkmak değil de etkileniyorum bu kentten dersem daha doğru olur.


Cocuklarla araniz nasil ? Eskişehir sehir tiyatrosu icin �kutup yildizi� adli bir cocuk tiyatrosu yazdiniz.Onlarin dunyasini yansitabilmek gercekten cok guzel. Halk arasinda genelde cocukla alakali oyku olsun,senaryo olsun kolay oldugu gibi bir yargi var.
Cocuk tiyatrosu yazmanin ne gibi guclukleri mevcut?



Evet, yaşamımın en olağanüstü deneyimlerinden biridir bu.
Çocuklar sanki daha ileri bir uygarlık düzeyi olan başka bir gezegenden gelmiş de, bizi ancak canları istediğinde o dünyaya alıyorlarmış gibi hissederim her zaman. Ben de o dünyaya dahil olmak isterim.
Dizideki arkadaşlar bilirler, ne zaman bir çocuk oyuncu gelse çekimler bitene dek onunla arkadaşlık ederim, kucağımdan indirmem. Onlara öyküler anlatırım. Çeşit türlü komiklikler yaparım. Beni de dünyalarına kabul etsinler isterim. Yazık ki çok haklısınız. Çocuklar için yapılan sanatsal etkinliklerin önemli bir bölümü bu küçümseyici bakışın etkisiyle yapılıyor.
Hatta biz tiyatrocular kendi aramızda bu tür bir tavırla çocuk tiyatrosu yapan tiyatroları korsan tiyatro olarak değerlendirir ve kınarız. Dünyanın en zor şeylerinden biri çocuk tiyatrosu yapmaktır. Pedagoji bileceksiniz, tiyatro bileceksiniz, ilgi çekici olacaksınız, olacaksınız da olacaksınız... Yazık ki bu konuda gerekli kurumların denetimi eksik.
Çocuklarımız da bu denetimi yapamayacaklarına göre, iş, ailelerin sorumluluğuna kalıyor. Aman dikkat! Söz konusu olan çocuklarımız.
Nasıl ki çocuklarımıza gelişi güzel birşey yedirmiyorsak, aynı duyarlığı tiyatro için de gösterelim ama onları mutlaka tiyatroya götürelim.



Cekimlerden arta kalan zamanlari nasil degerlendiriyorsunuz? Hobileriniz nedir mesela? Bir gunuzu bize anlatirmisiniz?



Aslında çekimlerden pek bir zaman artakaldığını söyleyemem.
Bu nedenle de boş günlerime birçok şeyi sığdırmaya çalışıyorum. Müzikle uğraşmak, yazmak, sinemaya gitmek, balığa çıkmak, aylak aylak dolaşmak ve daha neler neler...
En iyisi ben yine kendime kimseyi güldürmemek için susayım...

Size bir takim -en li sorularim olacak.


En son okudugunuz kitap ?

Direnmenin Estetiği-Peter Weiss

En sevdiginiz yemek ?

Denizden babam çıksa yerim, diyenlerdenim.

En son gittiginiz tiyatro ve sinema ?

Ben Anadolu-İstanbul Şehir Tiyatroları, Buz Çağı 2

En cok neye kizarsiniz ?

Sanırım haksızlığa.

En cok neden mutlu olursunuz ?

Eşimle yolculuk yapmaktan.

En sevdiginiz, taktir ettiginiz oyuncu ?

Hangisini sayayım, Marlon Brandoyu mu, Müşfik Kenteri mi yoksa...

En sevdiginiz muzik turu ?

Akdeniz müzikleri

Asagidaki kelimerin bir kac cumle ile sizde neler cagristigini bizimle paylasabilirmisinz ?

Salih :

Hem öğrenci hem bilge, hem tebessüm hem hüzün.


Hızır :


Doğan Abi

5. Boyut :

Çok emek, çok çaba, çok alınteri, sonuç; hepsine değer.


Hayat :

�Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece.�

Umit :

Zeytin ağacı dikmek, meyvelerini görmeye ömrünün yetmeyeceğini bile bile.


Subat Sogugu :


İddialı ve cesur bir yapım


Tiyatro :


İzleyin!

Son olarak sitemizi nasil buldunuz? Sitemiz uyelerine neler soylemek istersiniz?

Gerçekten zengin içeriğiyle dikkat çekici bir site.
Çok emek harcandığı belli oluyor. Umarım bizim besinciboyut.net sitesi de büyüyüp adam olur. Ya da bizimkini sizinkinin yanına çırak verelim pişsin şimdiden.
Tüm Şubat Soğuğu sitesi üyelerine sevgi ve selamlarımı yolluyorum. Ayrıca bana mesaj göndermek isteyen üyelere elektronik posta adresimi vereyim: cengiztoraman@stv.com.tr


Cengiz Bey zaman ayirip sorularimizi cevaplandirdiginiz icin sitemizin butun uyeleri adina cok tesekkur ederiz. Oyunculuk hayatinizda size ustun basarilar dileriz..

Ben teşekkür ederim. Size de başarılar...